İçeriğe geç →

THE TEACHERS’ LOUNGE – İNCELEME

Pandemi zamanında İKSV’nin online festivalleriyle karantinada çok fazla film izleyebilmiştim. Bu filmlerin çoğu, zannediyorum ki bütçelendirme gerekçesiyle adını çok fazla duyuramamış, festivallerde boy göstermiş ancak çok da fazla bir sükse yakalayamamış yeni yönetmenlerin işleriydi. Hatta bu döneme ait seyrettiğim filmleri mini incelemeler olarak sitede birkaç başlık altında incelemiştim. (Mini İnceleme Serisi 1, 2, 3, 4, 5 ve 6 ) Bu filmlerin arasından, İlker Çatak’ın Es gilt das gesprochene Wort (İngilizce: I Was, I Am, I Will Be, Türkçe: Söz Senettir) filmiyse aralarından beni en çok etkileyen film olmuştu. Gerek oyunculukları (özellikle Oğulcan Arman Uslu) gerek hikaye anlatımı, gerekse kurgusuyla İlker Çatak’ın ilk filmi, aslında ne kadar da potansiyeli olan bir yönetmen olduğunu belli eder seviyede olgun ve kaliteli bir işti. Daha sonrasında, yine Oğulcan Arman Uslu’yla birlikte Räuberhände (Stambul Garden) gelmişti ama bu film hiçbir yönden Söz Senettir filminde yakaladığı sinemasal anlatımı, ustalığı kendisinde barındırmayan, küçük bütçeyle ve kısa zamanda çekilmiş bir “heves” gibi hissettirmişti. Yine de Söz Senettir ağzımda öyle güzel bir tat bırakmıştı ki, yıllar geçse de hala hatırladıkça yeniden izleme hissi uyandırıyordu bende. Ve sonrasında, The Teachers’ Lounge geldi ve katıldığı tüm festivallerde o kadar çok övgü topladı ki, İlker Çatak’ın dünya çapında böyle bir üne kavuşmuş olması anlamsız da olsa bende de bir başarmışlık hissi uyandırmıştı: “Kimse bilmiyorken, ben biliyordum!” diye söyleniyordum çevreme sürekli. Aksiliklerden ötürü Ankara Film Festivali gösterimine katılamamıştım, Filmekimi zaten Ankara’ya gelmiyordu, herkes izliyorken, kişiselleştirdiğim ve kendi keşfimmiş gibi bir delüzyona kapıldığım yönetmenin filmini bir türlü izleyemiyordum. Neyse ki, Oscar adaylığı da peşi sıra geldi ve ana akım sinema salonlarına da geleceği, Oscar adaylığıyla birlikte kesinleşmiş oldu. Ben de filmi izleme şansına bu sayede kavuşmuş oldum.

The Teachers’ Lounge, konusu itibariyle şaşırtacak hiçbir inceliğe veya çekiciliğe sahip değil. Muadillerini öncelerinde sıklıkla izlediğimiz, basit bir meselenin yarattığı ahlaki ve insani ikilemleri odağına toplayan bir gizem draması. İlker Çatak’ın alametifarikasıysa, böyle meseleleri kendi dilinde anlatabiliyor olmasından ötürü geliyor. Çünkü bu film de her ne kadar hiçbir yönüyle yenilikçi olmasa da kesinlikle farklı olduğunu hissettiriyor. Böyle hissetmemin de belli sebepleri olduğunu düşünüyorum.

Bunlardan birincisi, filmin başından sonuna kadar sadelikle anlatılıyor oluşu. Olaylar asla karmaşıklaştırılmıyor, izleyicinin kafası bulandırılmadan dümdüz, dupduru bir şekilde anlatılıyor. Basit bir hırsızlık vakasının etrafında şekillenen linç kültürü, sosyal dışlanmışlık, zorbalık, pedagojik dilemmalar, öfke sorunları gibi sinemada doğru ellerde izlendiğinde büyük keyif veren temaların hepsini senaryosuna dahil etmiş olsa da bu temalar asla izleyicide havada kalmışlık hissi uyandırmıyor çünkü hepsi olabildiğince doğal bir şekilde aktarılıyor. İlker Çatak, hayatın olağan akışı içerisinde gerçekleşmesi çok mümkün dramaları abartmadan, klişeleştirmeden ve gerçeklikle bağını asla koparmadan; bunu yaparken de dramatik unsurları sonuna kadar kullanmaktan geri kalmadan ve diyalog inşasıyla izleyiciyi her an filmin içerisinde tutmayı başarabilecek şekilde anlatmayı başarabilen bir yönetmen. Öğretmenler Odası’nı izlerken hiçbir sahnede tutarsızlık veya “olmamışlık” hissetmiyor oluşumun da yegâne sebebi bu diye düşünüyorum. Bu olaylar her gün şahit olma ihtimalimizin olduğu, ama çoğu zaman da üzerinde hiç düşünmüyor olduğumuz “nitelikli” dramalar. Ve böyle küçük öyküler de belli yönetmenlerin elinde harika bir hikâyeye dönüşebiliyor.

İkinci olarak, İlker Çatak’ın karakter yazımına değinmek istiyorum. Yine Söz Senettir’de olduğu gibi, Öğretmenler Odası filminde yer alan tüm karakterler de Almanya’nın sosyokültürel ortamının birebir yansıtılmasıyla oluşturulmuş, gerçekçilik sınırlarını zorlayan bir şekilde oluşturulmuş. Irkçı olduğunu kendisine bile itiraf edemeyen son derece “ahlaklı” ve her zaman doğruyu yapıyor-muş gibi görünen Avrupalılar, sorunlu aile yapısı sebebiyle sosyal olarak kendisini sürekli dışlanmış hisseden hırçın çocuklar, Alman kültürüyle bağını hiçbir zaman oturtamamış ve kendi kültürünü de ısrarla muhafaza etmeye çalışan gurbetçi Türk ailenin çocuğunun maruz kaldığı sistematik ırkçılık, mesleğinin başında öğretmenlik ideasıyla sürekli “kahraman” olmaya çalışan ve gerçeklerin üzerinde yarattığı tahribata sürekli şahit olduğumuz ana kahraman… Tüm bu karakterler klişeleşmeye o kadar yakın karakterler ki, başka bir yönetmenin elinde belki de bir garabete dönüşecek kadar sınırdalar. Ancak İlker Çatak, senaryosunun sadeliğini karakter yazımına da yansıtıyor ve bu karakterler asla ajite olmadan ve marjinalleşmeden, olabildiğince doğal bir şekilde perdeye yansıtılıyor. Diyalog yazımının teknik kalitesi, filmin temposunu hiçbir zaman sekteye uğratmıyor ama bunu yaparken de karakterlerini gerçeklikten hiçbir zaman koparmıyor. Hiçbir karakter kendisinden beklenmeyecek bir hareketi yapmıyor; çünkü film hiçbir karakterini aceleyle anlatmıyor.

Son olarak, Öğretmenler Odası’nda geçen hiçbir öykü/yan öykü kesin bir doğrulukla izleyiciye sunulmuyor. Asghar Farhadi filmlerini andıran ahlaki ikilemler bu filmde de sıklıkla yer alıyor ancak bu ikilemlerin hiçbirisine İlker Çatak beylik bir cevap vermiyor; hatta bunu reddediyor. Film, ana odağına başroldeki öğretmen Carla Nowak karakterini alsa da filmi öğretmenin bakış açısından görmemizi dikte etmiyor; bunu yapmak yerine öğretmeni okulun içerisinde bir gezginmiş gibi yönlendiriyor. Hiçbir karakter bir ötekine baskın gelmiyor; İlker Çatak filmini “kim haklı” mücadelesine sokmuyor. Empati kurabileceğimiz, onun bakış açısından bakabileceğimiz birçok karakteri içerisinde barındırsa da hiçbir karakterine öteki karakterden daha özel bir muamele göstermiyor. Bu da filmin siyah/beyaz yerine başından sonuna kadar gri bir anlatıma sahip olmasına yarıyor. Dolayısıyla Öğretmenler Odası, bittiğinde bile üzerinde çokça konuşulabilecek dramaları, kafa yorulacak karakterleri izleyicinin takdirine sunuyor.

Sözün özü, Söz Senettir’de oluşturduğu kendine has sinemasal anlatıyı, Öğretmenler Odası filminde zirveye çıkaran, “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a aday gösterilen ve bunu daha dördüncü uzun metraj filminde yapmayı başarabilen bir İlker Çatak görüyoruz. Hiçbir alakam olmasa da İlker Çatak’ın bu başarısından ben de kendime pay çıkarıyor ve gururlanıyorum. Sonraki filmleri için de heyecanlıyım, zira harika bir kariyerin doğuşuna tanıklık ediyoruz.

Puan
  • The Teachers' Lounge
4.5
Sending
User Review
0 (0 votes)

Kategori: Film İncelemeleri İncelemeler

Yorumlar

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir