İçeriğe geç →

LES INTRANQUILLES(HUZURSUZ) – İNCELEME #filmekimi2021

Huzursuz, Belçikalı yönetmen ve senarist Joachim Lafosse’nin son filmi. 2021 Filmekimi kapsamında izlediğim ilk film olan Huzursuz; bipolar ressam Damien ve onun ailesi etrafında şekillenen bir film. Daha önceden filme özel olarak çekildiği belli olmadan hayatın bir yerinden direk giren ve bize karakterlerin yaşamından kesit sunan filmleri daha çok sevdiğimi söylemiştim. Huzursuz da bazı açılardan öyle bir filmken bazı açılardan değil.

Damien’in hayatına en zirvesindeyken giriyoruz. Her şey çok hızlı, çok yorucu ve çok huzursuz. Fakat filmin akışı bu huzursuzluk ve hıza tezat oluşturacak şekilde yavaş ve ağdalı. İzlerken fazla yormamasının amaçlandığını düşünmüştüm başlarda fakat hayır. Tam olarak yerimizde duramamamız ve huzursuz olmamız için bilerek bu şekilde yapılmış ki bu da yönetmenin marifetini bariz şekilde gösteriyor. Damien hayatına girdiğimiz dönem ve mani evresinde belki arkadaşı ya da sanat destekçisi olarak bir saatlik görüşmelerde inanılmaz eğlenceli biri. Moralimizi yükseltip o bir saatte harika vakit geçirip eğlenmemizi sağlayabilir. Fakat işler daha sonrasında hissettirdiği kadarıyla ve ailesinin çektiği zorluklarla aslında hiç de o kadar eğlenceli değil. Damien kendisi mutlu. Tedaviyi reddediyor çünkü onun karakteri bu. Bir anlık değişimler yaşamıyor belki. Hastalık dönemleri günler sürüyor. Fakat günler süren yataktan çıkmama ve ilaçlarla bastırılmama isteği onu o kadar sarmış ki; başka birini ya da bir şeyi düşünmek istemiyor. Belki de her dakika gelen ilhamla yeni resimler yapıyorken bundan vazgeçmek istemiyor. Bir yanda da karısı ve oğlu var. Harika bir aile, harika insanlar (masanın ayağını konuştukları sahnede tebessüm etmeyen yoktur sanırım). Damien’in onları çok sevdiğini de birçok kez görmek mümkünken filmdeki temel nokta aslında Damien’in kendisini daha çok sevmesi olarak işlenmeye başlıyor. Bu durumların ne kadar zor olduğunu her sahneden her saniyeden hissettiriyor film. Zamanında bir deney okumuştum, iki çocuğun yaptığı her hareketi aynen tekrarlayan iki yetişkinin o hız ve enerjiye dayanamayıp hastaneye kaldırılması tarzı bir işti. Burada tam tersi bir durum var. Çocuğu bile Damien’in enerjisine yetişemiyor.

Filmin bipolar kesime destek veya yalnız olmadıklarını göstermek açısından bariz bir amacı yok. Popülist, çiğ ve şovenist mesajlar da vermiyor. Bipolarlığı gereksiz dramatik bir aşk hikayesine kurban da etmemiş. Sert, hayatın içinden, gerçekçi ve derin olmayı seçmiş. Her karakter maninin de depresyonun da gelip geçeceğini biliyor. Dayanamasalar bile içten içe farkında olup buna tutunuyorlar. Asıl olay Damien’in mani durumundan ilaçlarla vs. depresyona inmek istememesi ve sürecin belirsizliği zaten. Bu süreç de ne kadar sıkıntılı olduğunu film bittikten sonra bile bize hissettiriyor. Damien’a hak verirken bir anda karısı ve ailesine hak vermeye başlıyorsunuz.

Film, yoğunlaştığı hayatı sunması açısından güzel bir iş olsa da eksileri de yok değil. Öncelikle fazla uzun. Hızlı bir hayatı yavaş şekilde izlerken sonlara doğru bir doruk noktasına ulaşıp artık bitmesini isteyebiliyorsunuz. Damien’i izlemek biraz yaralayıcı, rahatsız edici ya da nasıl adlandırmak isterseniz öyle bir halde. Bu uzunuk da filmin amaçladığından daha öte bir huzursuzluk sunmasına sebep olabiliyor. Damien aynı anda çok fazla şey yapıyor; tıpkı bir Safdie kardeşler filminde oynuyormuşçasına fakat çok daha uzun ve ağır bir halde. Kondisyon bisikletiyle yol kat etmeye çalışmak gibi. Hatta o kadar yavaş ama yoğun işleniyor ki; bir sezonluk dizi gibi biz nereye geldik diyebiliyorsunuz.

Bazen ise bipolarlıkla mücadele eden bir ailenin hayatından çok filme özel olarak bipolar hale getirilen bir babayı izliyormuşuz hissini verebiliyor. Bunu durumu da karısı belki tam da bu anda tahammül edemedi ve biz sınır anına denk geldik şeklinde düşünmeyi seçiyorum. Hatta bazı yerlerde Leila yani karısı; Damien’i bilerek evlenmesine rağmen olaylarla sanki ilk kez karşılaşmış gibi tepkiler verebiliyor. Dediğim gibi, belki de biz filmde patlama noktasına denk geldik.

Gelelim en kötü kısma. Evet karakterlerin mimiklerini görmek istiyoruz, Damien’in yalnız olmadığını, Leila’nın zorda olduğunu fakat dans sahnelerinde kendini yalnız hissetmediğini hepsini görmek istiyoruz, zaten gerekiyor da. Fakat bu kadar yoğun yakın kamera açılarında değil. Oyuncuların kim olduğu zar zor fark ediyoruz mesela, neden; çünkü yüzlerini çoğu sahnede doğru düzgün görmek mümkün değil. Cow adlı inek belgeselindeki inekleri de sürekli yakın çekim izlememize rağmen daha az yorucuydu muhtemelen.

Sonuç olarak Huzursuz; adı gibi huzursuz, düşündükçe oturan, yoğun ve yorucu bir film. İzlerken sıkıştıran fakat sonradan bitince gevşetip kendini anlatan işlerden. Bu da aslında galiba ne kadar uzun olursa olsun amacına ulaşmış olması demek oluyor.

  • 7/10
    Yönetmenlik - 7/10
  • 7/10
    Sinematografi - 7/10
  • 6/10
    Senaryo - 6/10
  • 8/10
    Oyunculuklar - 8/10
  • 7/10
    Diyaloglar - 7/10
  • 6/10
    Kurgu - 6/10
6.8/10

Kategori: İncelemeler Film İncelemeleri

Yorumlar

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir