TWIN PEAKS 3.SEZON 7.BÖLÜM – İNCELEME

İlk 6 bölümdeki hayal kırıklığımın ardından, Twin Peaks’i 7.bölümüyle adeta eski günlerine geri dönüyor gibi hissettim. Bu güzel havalar ne kadar sürer bilmiyorum ama; ben, geceleri korkutan sağlam bir gerilim dizisi izlemeyi gerçekten çok özledim. David Lynch her ne kadar kendinden beklenmeyen kalitede bölümler çekmiş olsa da kısa zamanda atlatacağını umuyorum.

Bu bölüm, Horne kardeşlerin telefon konuşmasıyla açılıyor. Ama olmasa da olurdu dedirten bir sahneydi maalesef. Twin Peaks sakinlerinin sadece 30 saniye gösterilmesine hala alışamadım. Eğer dizi bu yeni formatta ilerleyecekse kesinlikle ismini değiştirmeliler.

Sim’imiz Dougie’den uzaklaşıp Cooper’ın kötü ikizine odaklanıyoruz. Onunla iletişime geçmesi için ikna edilmeye çalışılan Diane karakterini de bir önceki bölümde tanımıştık. Bana kalırsa, marjinal ve içinde derin sorunlarla uğraşan bir portre çizmesi için uğraşılan Diane karakteri biraz zorlama olmuş. Başlarda havalı görünse de bölüm ilerledikçe tavırları biraz bunaltmaya başlıyor. Dizide her karakter abartı, kabul ediyorum. Ama eski sezondaki abartılıklar mükemmelken; yeni versiyonda oyuncular o kadar isteksiz görünüyor ki resmen karakterlerini unutmuş gibiler. 25 yıllık bir ara var ortada gerçi, çok da yüklenmeyeyim.

Cooper’ı gören Diane, onda bir şeylerin ters olduğunu kalben anladığını söylüyor Gordon’a. Açıkçası, Diane’den biraz umutluydum ama o da Cooper’ın normalde daha açık renk kahverengi hatta ela olan gözlerinin siyaha dönüşmesinden değil de kalbinde hissettiği bir his sebebiyle Cooper’da bir terslik olduğunu düşündü.

Ben Horne ve yanında çalışan Beverly’yi de Cooper’ın cebinden çıkan otel anahtarının postayla gönderilmesini tatışırken gördük. Ben Horne o kadar yumuşak başlı ve nazikti ki; oyuncuların karakterlerini unuttuğunu onu görünce düşünmeye başladım. Çünkü eski sezonda değişmeye karar vermişken bile o kadar kurnazdı ki; bu hali bana çok yabancı geldi.

Tabii ki Dougie’siz olmaz. Dougie’ye ait olan arabanın hala kim olduğunu bilmediğimiz adamlarca patlatılmasını araştıran polis, Cooper-Dougie’nin çalıştığı yere geldi ve onu kısa bir süre sorguladı. Bu arada yanında bulunan karısı Janey, Cooper adına tüm soruları cevapladı ve polisler daha sonra konuşmak üzere ayrıldılar. Yeni sezondaki kadın karakterler bana eskileri inanılmaz özletiyor. Hayranı olduğum Audrey, Shelly, Norma, Nadine, hatta çok ağlak hali yüzünden o zamanlar soğuduğum Donna’yı bile özledim. Karısıyla işyerinden çıkan Cooper, tam bu anda önceki bölümde gördüğümüz katil cücenin saldırısına uğruyor ve onu çevik bir hareketle uzaklaştırmayı başarıyor. Sonunda Cooper’ın bu halini görmek de güzel oldu.

Geçen bölümde Hawk’ın tuvalette bulduğu kağıtlar, bu bölümde incelendi ve Laura Palmer’ın günlüğünden oldukları anlaşıldı. Kağıtlarda Annie Blackburn’un de adı geçtiği için, Cooper’ın kaybolmadan önceki son gününü tanıklardan bir kere daha dinlemek isteyen Frank Truman, önce emektar şerif Harry’yi arıyor fakat hasta olan abisinin moralini bozmak istemeyip daha sonra doktor Hayward ile konuşmaya karar veriyor. Konuşmayı Skype’tan yapıyorlar ve bu sayede biz de eski günleri, eski diziyi çok özlediğimizi doktoru görünce bir kere daha anlıyoruz. Doktor, o zamanlar Audrey Horne’nin de yoğun bakımda olduğunu söylüyor.

Ortalığı karıştıran bir diğer isim de ölen Binbaşı Garland Briggs. İlk bölümlerde bulunan kafasız cesedin binbaşıya ait olduğunu öğrenen bir teğmen, hastanede üsleriyle görüşme yapıyor.

Arkadaki siyahlı karakter de oldukça dikkat çekici.

Bu sırada, hapiste olan kötü ikiz, henüz anlamadığımız bir sebeple müdürü tehdit ediyor ve hapisten bir nevi kaçmayı başarıyor..

Bu bölüm, uzun zamandır Twin Peaks’ en çok yakışan bölüm olmuş. Karanlık, sanatsal, gizemli, süslü ve biraz olsun David Lynch kokuyor. Umarım sonraki bölümlerde de dizi düzelmeye devam eder ve açık bıraktğı sorunları çözerek çok genişlettiği yan karakterleri toparlamaya başlar.