İçeriğe geç →

MASUM (DİZİ) – İNCELEME

Netflix’in dünya dizi sektörüne getirdiği yeni soluğun ardından, televizyon seyircisini de kendisine hızla bağlaması; internet dizisi adında yepyeni bir kategorinin ortaya çıkmasına yol açtı. Belirli siteler üzerinden, aylık bir miktar ücret karşılığı o siteye özel yapımları seyredebildiğimiz internet televizyonculuğuna Türkiye de yavaş yavaş ayak uydurmaya başladı. Bu anlamda Onur Ünlü’nün Görünen Adam projesiyle birlikte bu işi en sağlam şekilde yapan yapımlardan birisi de Masum oluyor. Blutv bünyesi altında yayın hayatına başlayan Masum, 8 bölümlük mini-dizi halinde karşımıza çıkıyor.

Dizinin yönetmenliğini, son zamanlarda adını festival filmleriyle tanıdığımız Seren Yüce (Rüzgarda Salınan Nilüfer, Çoğunluk) üstleniyor. Masum, Seren Yüce’nin ilk dizisi olmasının yanı sıra, kariyerinde de önemli bir yer tutacak olan nadide bir parça. Dizinin senaristliğini, tiyatro ve dizilerinden tanıdığımız Berkun Oya üstleniyor. Zaten Masum dizisi de, Berkun Oya’nın bir tiyatro eserinin (Bayrak) dizi haline getirilmesiyle oluşuyor. Dizinin oyuncu kadrosunda ise oldukça kaliteli isimler yer alıyor ve diziyi asıl ününe kavuşturan da zaten bu usta oyuncular oluyor: Haluk Bilginer, emekli komiser Cevdet’i; Ali Atay, Cevdet’in akademiden öğrencisi komiser Yusuf’u; Okan Yalabık, Cevdet’in sorunlu oğlu Tarık’ı; Serkan Keskin, Cevdet’in bir diğer sorunlu oğlu Taner’i; Tülin Özen, Tarık’ın eşi olan Emel’i; Nur Sürer, Cevdet Komiser’in karısı rolünü; Bartu Küçükçağlayan ise Emel’in yasak aşkı Selim’i canlandırıyor.

Dizinin konusu basitçe, Komiser Cevdet’in ailesinin trajedisini anlatan bir gizem dizisi. Bir kaza sonucu kardeşi ve eşini kaybeden Tarık, akli dengesini yitirmiştir ve günlerini küçük bir sahil kasabasında babası ve annesiyle beraber geçirmektedir. Ancak Komiser Yusuf’un bu kasabaya tatile gelmesinin ardından, işlerin tam olarak da böyle olmadığı yavaş yavaş ortaya çıkacak ve bir ailenin parçalanışı gözler önüne serilecektir.

Yavan bir konu, aslında birçok şekilde güzel işlenebilir. Nitekim Masum da, yavan bir konuyu dallanıp budaklandırıp gizem unsurunu da bizlere güzelce yedirerek izleyiciyi kendisine bağlamayı başarabilen bir yapım. Dizideki gergin ve gizemli atmosfer, her bir karakterle daha da derinleşiyor ve dizi yarattığı atmosferin içerisinde dev gibi büyüyen bir beklentiyle baş etmek durumunda kalıyor. Yusuf’un meraklı tavırları, Cevdet’in gizlemeye çalıştığı trajediler bir yana, hem karısı hem de sorunlu oğlu Tarık’la baş etmeye çalışması bir süre sonra iyice çıkmaza sürükleniyor.

İlk bölümlerde, Tarık karakterinin yanında sürekli rastladığımız kadın karakterin, aslında ölen karısı Emel olduğunu öğrendikten sonra, diziye bir de şizofreni unsuru ekleniyor. Bu durum artık o kadar klişeleşiyor ki, izlediğimiz herhangi bir yapımda şizofrenik bir karakter gördüğümüz zaman artık şaşırmıyoruz bile. Ancak Masum’da durum farklı: Okan Yalabık o kadar güzel bir oyunculuk performansı sergiliyor ki, dizinin gerçek bir hikayeden alınıp alınmadığını merak ediyor insan zaman zaman. Gözlerindeki donuk ifade, hayal gördüğü vakitlerde ‘hayatta olduğunu’ bizlere hissettirişi, oldukça şahane aktarılmış ve Okan Yalabık da bu sahneleri çok iyi kurtarmış.

Yusuf, daha önceden de yakından tanıdığı Cevdet Komiser’le vakit geçirdikçe hem Tarık’ın bu hastalığını fark etmeye başlıyor, hem de Cevdet Komiser’in gizlediği bir şeylerin olduğunu fark ediyor. Cevdet Komiser’in Yusuf’la olan diyalogları, daha çok Cevdet’in monologları o kadar şahane ki, Türk sinemasında defalarca izlenecek kadar güzel kurtarılmış sahneler var. Masumiyet’ten sonra Haluk Bilginer yeniden sıkça hatırlanacak tiradlara imza atıyor ve bizleri seyir zevkinin doruklarına ulaştırıyor. Haluk Bilginer’in yarattığı Cevdet karakteri o kadar gerçek, o kadar bizden ki, belki de dizide en çok empati kurabildiğimiz karakter Cevdet oluyor. Seren Yüce de Cevdet karakterinin ve Haluk Bilginer’in artık dünya seviyesinde olan oyunculuk performansının farkında ve dizinin topallamaya başladığı her anında Haluk Bilginer’in kurtarıcı sahnelerine başvurmak zorunda kalıyor. Evet, bir dizi için oldukça kısa olan 8 bölümde bile dizi sıkça aksıyor.

Dizide en çok dikkat çeken aksaklık, hikayenin aslında hiçbir yere varmıyor oluşu. Özellikle final bölümünü de izledikten sonra fark ediyoruz ki, aslında hikaye bir hiç uğruna yazılmış ve hiçbir mantık çerçevesinin içerisine girmiyor. Klasik bir fıkra vardır, aslında Masum’un kör topal hikayesi de tam olarak bu fıkradan uyarlanmış desek yeridir: “Peki ağam, biz bu boku niye yedik?” (https://www.komikfikralar.org/biz-bunu-niye-yedik.html/)

Evet, cidden dizi öyle bir şekilde noktalanıyor ki, izleyici sormadan edemiyor: Madem vaat ettiğiniz hiçbir karakter aslında anlattığınız gibi ölmemiş, olaylar aslında anlattığınız gibi olmamış ve aslında gerçekte olan her şeyin bir geri dönüş kapısı açık bırakılmış, o zaman ne diye karakterler trajikomik bir şekilde en kötü seçeneği değerlendiriyor? Spoiler vermeden bunu açıklamak çok da mümkün gözükmediği için, üstü çizili şekilde yazılan kısım spoiler olacaktır, izlemeyenlerin okumaması gerektiğini özellikle belirtiyorum.

Madem ki Taner, Emel’in evindeyken Selim’in aslında ölmediğini biliyor, neden bunu Emel’e söylemek yerine Emel’i de öldürmeyi tercih ediyor? Emel Selim’in ölmediğini bilse tüm sorunlar çözülecekken, Taner cinayet serisine bir yenisini daha eklemeyi tercih ediyor. Neden?

Aslında Berkun Oya, yarattığı karakterlerin inanılmaz derinlikli olmasıyla bu durumu bir nebze kurtarıyor ve bu izleyicinin gözüne o kadar da batmıyor. Serkan Keskin’in yarattığı Taner karakteri ve onun oldukça sorunlu evliliğine dair muhteşem çekilmiş birkaç sahneyi gayet iyi hazmettiğimiz için, Taner karakterinin bu anlamsız davranışı bir bakıma o kadar da anlamsız gelmemeye başlıyor. Zira, Taner’in Emel’le işlerin kopma noktasına gelmeden hemen önce yaşadığı diyalog – yine, yer yer monolog – da en az Cevdet’in sahneleri kadar unutulmaz sahneler arasında yerini alıyor.

Karımın karısı oldum.

Taner’in bu geri dönülemez itirafı, aslında bizlere çok şey anlatıyor. Yıllarca, karısının karısı olan Taner, erkekliğini şiddetle kanıtlayabildiğini fark ettiği andan itibaren karakter olarak da büyük bir dönüşüm geçiriyor. Şiddeti erkeklikle bağdaştıran Taner, aslında Emel’e bu uzun ve derin itirafı yapmadan önce Emel’i kafasında bitiriyor. Çünkü bu itiraf onu yeniden kendi gözünde kadınlaştırıyor ve Taner’in buna artık tahammülü yok. Spoiler içerisinde verdiğim kurgusal çıkmaz, dizinin yarattığı karakterlerle biraz olsun açıklanabiliyor ve Berkun Oya’nın usta senaristliği de bu bakımdan takdire şayan.

Erkek ve şiddet teması, aslında dizinin özünü oluşturan bir yapı. Berkun Oya, tüm diziyi bu alt başlıklar üzerine inşa etmiş desek yeridir. Gücünü ispat edemediği her noktada, her karakter ‘sahip olduğu’ kadına şiddet göstererek bu açlığını gidermek eğiliminde. Taner’in karısı Rüya’nın gözlerindeki morlukların sebebi ve dizi boyunca da bunun bir gizem halinde sunulup, final sahnesinde hiç de olmamış bir plot-twist ile bizlere yedirilmeye çalışılması da genel olarak bu sebeple. Dizide ciddi bir ataerkil toplum eleştirisi olmasıyla birlikte, bunun bir Türk dizisi olduğunu biliyor olmak bizleri mutlu ediyor. Cesur bir yapım.

Bartu Küçükçağlayan ve Tülin Özen de, yarattığı karakterlerle takdire şayan iş çıkarıyorlar. Özellikle Emel’in, Tarık’ın hastalığını öğrendikten sonraki çaresizliği ve de sevgiye-ilgiye muhtaçlığı, Tülin Özen tarafından oldukça gerçekçi bir şekilde izleyiciye aktarılıyor ve bir süre sonra Emel’in Tarık’a ihanetinden dolayı hayal kırıklığına uğramaz hale geliyoruz. Aynı şekilde, Bartu Küçükçağlayan da öyle sosyopat bir karakteri canlandırıyor ki, onun da oyunculuğuna söyleyecek tek kelime yok doğrusu. Karakterlere ve oyunculara bu kadar takılmamın sebebi, aslında Masum’un tamamen karakterler üzerine eğilmiş derinlikli bir dizi olması. O kadar çok harika karakter yaratılmış ki -bunlardan biri de inanılmaz bir anne rolüne hayat veren Nur Sürer’in Nermin’i- belki de her karakterin hikayesi kendi başına bir dizi olabilecek kadar derinlikli ve trajedik.

Dizide bu kadar şahane karakter varken, bana en olmamış gelen karakter, Ali Atay’ın canlandırdığı Yusuf karakteri oldu. Nedendir bilinmez, Leyla ile Mecnun’da Ali Atay’ın canlandırdığı Mecnun karakterinin saftirikliği, masumluğu ve tavırları Ali Atay’ın üzerine yapışıp kalmış durumda. Oynadığı ve yönettiği her yapımda* (Limonata, Ben de Özledim, Sen Aydınlatırsın Geceyi) hemen hemen aynı tarzda karakterlere hayat verdiği (ya da yarattığı) için artık bizlere yeni bir şeyler sunamıyor. Bu yüzden de, Yusuf karakterinin dizideki amacını ve varlığını sorgular hale geliyoruz çünkü bu dizi ve hikaye pekala Yusuf karakteri olmadan da anlatılabilirdi. Oyunculuk yönünden bizlere istenileni veremeyen Ali Atay, kendi karakterinin varlığını bu yüzden sorgulanır hale getiriyor.

Dizinin jenerik müziğiyle başlayan enfes müzik seçimleri, yer yer radyolarda, yer yer izlediğimiz harika sahnelerde (Cevdet’in ormanın ortasında oyun havası oynaması) karşımıza sıkça çıkıyor ve bu anlamda da bizleri tamamen mest ediyor. Ses ve müzik kullanımı oldukça yerinde. Gerilim müzikleri insanı baymayan şekilde, yer yer ve gerektiğinde veriliyor, gereksiz müzik kullanılmıyor ve dizinin atmosferini bölecek hiçbir unsura yer verilmiyor.

Sinematografik açıdan, özellikle gece sahnelerinde ışıklandırmaların çok iyi olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki, dizinin gece vakti geçen sahneleri insanı gerim gerim germekle birlikte, bir de görsel şölen yaşatınca, diziden aldığımız keyif birkaç kat artıyor. Bu konuda Seren Yüce’nin yönetmenlik konusunda kendisini iyiden iyiye geliştirdiğini görüyoruz ve bizlere gelecek için umut veriyor. Yarattığı atmosfer, akıllardan uzun süre çıkmayacak harika sahneleriyle, Masum, bir sanat yapımı olarak oldukça üst seviyede, özellikle de bir televizyon dizisi için çıtayı oldukça yükseklere çıkarıyor.

Dizinin belki de en harika sahnesinde, Haluk Bilginer’in Masumiyet filminde yarattığı monologla kapışır seviyede harika olan monologunu sizlerle paylaşmadan yazımı bitirmek istemiyorum.

Şimdi suyunu iç, siktir git benim evimden.

https://eksisozluk.com/entry/66304862

Özetle, Masum, yarattığı harika karakterlerle, harika ve unutulmayacak sahneleriyle, başarılı sinematografisiyle, (yer yer boğulan ve yarattığı beklentinin altında kalan klişe olmaya aday senaryosuyla, yetersiz finaliyle) Türk dizileri arasında zirveyi zorlayacak bir yapım olmuş. Özellikle şu sıralar, izlemeyenler için Kanal D’de yayınlanacak olması sebebiyle, herkese tavsiye ediyorum.

Puan
  • 8/10
    Yönetmenlik - 8/10
  • 9.5/10
    Oyunculuk - 9.5/10
  • 7.5/10
    Kurgu - 7.5/10
  • 6.5/10
    Senaryo - 6.5/10
  • 8.5/10
    Sinematografi - 8.5/10
  • 10/10
    Diyaloglar - Monologlar - 10/10
8.3/10

Özet

+ Harika oyunculuklar, yaratılan eşsiz karakterler. + Unutulmaz sahneler. + Işık kullanımı. + Müzikler. + İnanılmaz diyaloglar/monologlar. – Ali Atay. – Klişe senaryo ögeleri. – Hikayenin mantık açısından sorgulanabilir ögeler içermesi.

Kategori: İncelemeler Dizi İncelemeleri

3 Yorum

  1. […] atılım olan BluTV, sektördeki yerini genişletmek için çabalarına devam ediyor. Önce Masum (İncelemesini okumak için tıklayın) dizisiyle adından sıkça söz ettiren ve de ardından Sahipli adlı korku dizisiyle yeni […]

  2. […] kaliteli diyebileceğim hiçbir Türk dizisine rastlamamıştım. (Masum dizisinin incelemesini de buradan okuyabilirsiniz.) Senaryosunda büyük boşluklar, sıçramalar ve inanılmaz derecede kasıntı […]

  3. İzleyici İzleyici

    Ali Atay limonata dizisinde oynamamıştı ama olsun güzel inceleme.

    • İzleyici1 İzleyici1

      Limonata da dizi değildi ama gene olsun.

      • Zeynep S. Urak Zeynep S. Urak

        Anlatım eksikliği olmuş, düzeltme için teşekkür ederiz!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir