İçeriğe geç →

Cooper’in SeyirListesi’nden En İyi 10 Film – #seyirlisteleri

Alfabetik olarak sıralanmıştır.

Amour (Aşk) – Michael Haneke – 2012 – Dram

İddialı, sert ve de bir ‘tarzı’ olan çılgın yönetmen Michael Haneke’den, yıllar boyunca unutulmayacak bir dram. Önceki filmlerinden çok ayrı olarak, şiddetten, gerilimden oldukça uzak ama yine sert, yine vurucu, sizi koltuğunuza çivileyecek kalitede bir film.

Yaşlılık dönemlerinde olan karı-koca Georges ve Anne, mutlu ve huzurlu bir evlilik sürdürmektedirler. Ayrıca kendileri gibi müzisyen olan kızları Eva Avrupa’da onlardan uzakta ailesiyle yaşamaktadır. Bu sakin, olması gerektiği kadar doğal hayatları bir gün Anne’nin ani bir felç geçirmesi sonucu alt üst olur. Georges, bir eş olarak üzerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır; Anne’ye hastalığında çok iyi bakar. Ancak yine de, Georges de bir insandır ve yapabilecekleri oldukça sınırlıdır: Bu yüzden de Anne’ye bakması için iki hemşire tutma kararı alır. Yıllar boyu huzurlu evlilikleri, şimdi bu sarsıcı olaylar sonrasında yeniden sorgulanmaya başlayacaktır.

Haneke’nin, aşka klişe olarak bir tutkuymuşçasına bakmak yerine; yaşlı oyuncuları kullanarak aşkın aslında bir bağ; bir alışkanlık olduğunu anlatmaya çalışması elbette filmi bu kadar etkileyici kılan en büyük etmen. Çünkü daha önce böyle bir anlatımı çok görmemiştik. Etkileyici sahneleri, vurucu diyaloglarıyla bizlere tam anlamıyla bir ‘aşk’ filmi çeken Haneke, hafızalardan silinmeyecek sekanslarıyla belki de kariyerinin en iyi işini karşımıza çıkıyor. Hayata, aşka, ölüme ve bağlılığa yeniden bakan ve hepimize bunları yeniden sorgulatan Aşk, kesinlikle bu listede yer almayı hak ediyor.

Biutiful – Alejandro Gonzalez Inarritu – 2010 – Dram

Meksikalı ünlü yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu, bizlere her zaman parçalanmış hayatların hikayelerini izletmeyi bir şekilde başarabilmiş bir yönetmen. Kişisel sorunlara, bunalımlara ve alt sınıfın acı dolu hayatlarına oldukça önem veren yönetmen, 21 Gram, Parçalanmış Aşklar ve Köpekler, Babil filmleriyle çıkışını yaptıktan sonra, belki de ustalık eseri diyebileceğimiz Biutiful ile karşımıza çıktı.

Uxbal’ın hikayesi. Uxbal, hayatını sürdürebilmek için kanunsuz işler yapmak zorunda olan biri. Zorunlu olarak yaptığı yasadışı işlerle para kazanmaya çalışan sorunlu ama sadık ve duyarlı bir babanın hikayesi. Bu filmde, baba olmayı, sevgiyi, ruhsallığı, suçu, pişmanlığı ve ölümlülüğü, kısacası Uxbal’ın hikayesini izleyeceksiniz. Uxbal, ölüme adım adım ilerleyen birisi… Aynen hayatın kendisi gibi bu hikaye de başladığı yerde bitiyor…

Biutiful, adı kadar güzel bir film değil. Biutiful’da, güzel olan hiçbir şey yok. Her şey adıyla inanılmaz zıt derecede çirkin. Karakterler çirkin, yaşamlar çirkin, olaylar çirkin, dünyanın en güzel şehirlerinden olan Barcelona bile o kadar çirkin ki, film boyunca mideniz bulanmıyorsa alkışlanacak bir iradeye sahipsiniz. Inarritu, o kadar çirkin bir film çekiyor ki, böylesini başarabilmek gerçek anlamda takdiri hak eden bir durum. İnanılmaz sahneler, diyaloglar, hüzünlü hayatlar… Javier Bardem’in destansı oyunculuğu ve Inarritu’nun eşsiz yönetimi. Biutiful, çok çirkin bir film.

Bir Zamanlar Anadolu’da – Nuri Bilge Ceylan – 2011 – Dram

Bir film ne kadar içinize işleyebilir? Bir film nasıl sizi, sizden daha iyi anlayabilir? Bir film nasıl sizi, sizden daha iyi anlatabilir? Bir film ne kadar görkemli olabilir? Bir film ne kadar hüzünlü olabilir?

Kasabalarda hayat, bozkırın ortasında sürdürülen yolculuklara benzer. Her tepenin ardında “yeni ve farklı bir şey” çıkacakmış duygusu, ama her zaman birbirine benzeyen, incelen, kıvrılan, kaybolan veya uzayan tekdüze yollar…

Yolculuğumuz başlıyor, aslında aşina olduğumuz, hatta içinde yıllardır yaşayıp durduğumuz, ‘bitsin diye dua ettiğimiz’ yolculuğumuz… Bozkırın içinde, çemberdeki fareler gibi didinip duruyoruz. Her birimizin farklı hikayeleri, her birimizin farklı hüzünleri var. Kimi zaman umursamaz oluyoruz, kimi zaman umursamaz görünüyoruz. İçimizde bitmek bilmeyen bir umutla yaşamaya devam ediyoruz. Bir Zamanlar Anadolu’da, böyle geceler yaşıyoruz. Düşünceler eşliğinde, her birimiz kendimizle mücadele veriyoruz. Bir Zamanlar Anadolu’da, çocuklarımıza anlatacak hikayeler topluyoruz sadece…

Nuri Bilge Ceylan, tartışmasız sinema tarihinin en iyi filmlerinden birini çekiyor. Bizden bir film çekiyor. İnsanca bir film çekiyor. Bu eşsiz başyapıt, kesinlikle listede yerini belki de en çok hak eden yapım.

SeyirListesi’nin Bir Zamanlar Anadolu’da incelemesi için buraya tıklayabilirsiniz.

Dogville – Lars von Trier – 2003 – Dram, Suç

Hasta Norveçli Lars von Trier’in, hasta filmi. İyi şeylerin asla olmadığı hayali bir kasabanın, rahatsız edici öyküsünü anlatıyor bizlere Trier. Kendi eşsiz tarzı, cesur sanat anlayışıyla kesinlikle hafızalardan silinmeyecek bir filmi izleyiciye armağan ediyor.

Dogville, bir tiyatro sahnesi kadar sahte. Dogville, hayat kadar gerçek. Dogville, minimal bir dünya. Bir köle öyküsü üzerinden insanlığa nefret kusan, şairane bir film.

Amerika’da 1930’ların karanlık dinginliği yaşanmaktadır. Peşinde olan mafyadan kaçan güzel bir kadın olan Grace, barınmak amacıyla küçük bir köye sığınır. Kasaba halkı geçmişinden kaçan bu güzel kadını kısa zamanda bağrına basar ve onun için üzülür. Köyde geçirdiği güzel günlerin ardından her şey değişmeye başlar. Kadının varlığı, köy halkı için büyük bir tehdit oluşturmaktadır ve köy halkı bu tehlike karşısında temkinli davranmak zorundadır. Grace günden güne bu köyün karanlık yüzünü keşfedecektir. (Metin kaynağı)

Şiddeti, şiddete ihtiyacı, insanı; insana en rahatsız edici şekilde anlatan Trier, kariyerinin en unutulmaz filmini bizlere sunuyor. Trier hayranı olun ya da olmayın; sevin ya da nefret edin; Dogville inkar edemeyeceğiniz kadar güzel bir film.

Dogville’in SeyirListesi incelemesi için buraya tıklayabilirsiniz.

Drive – Nicolas Winding Refn – 2010 – Dram, Suç

Bir başka İskandinav ruh hastası. Bir başka baş yapıt. Şiddetin tarihçesini David Cronenberg değil, Nicolas Winding Refn yazıyor. Kariyerinin başından beri şiddeti nasıl daha şairane anlatabileceğini irdeleyen renk körü yönetmenimiz Refn, ilk defa herkese hitap eden, ancak herkese hitap ederken de kalitesinden ödün vermeyen bir filmle izleyici karşısına çıkıyor. Sıradışı sürücünün, ufacık aşk öyküsü…

Drive, Hollywood’da dublörlük yapan ve keskin araba kullanabildiği için geceleri de soygunlara katılan bir araba sürücüsünün (Ryan Gosling) yaşamını merkeze alıyor. Sürücünün yasa dışı hayatı, güzel komşusu Irene’nin (Carey Mulligan) hapisteki kocasına yardım etmeyi kabul etmesiyle daha da tehlikeli bir hale bürünür. Zira bir anda kendisini Los Angeles’ın en tehlikeli adamlarının hedef listesinde bulur. Artık yapacağı tek şey, kan dökmektir.

Mükemmel sinematografisi, unutulmayacak müzikleri ve eşsiz yönetmenliği ile Drive, kesinlikle türünde bir başyapıt sayılabilecek güzellikte. Her sahnesi bir tablo olacak kadar güzel kurtarılan film, ışık ve renk kullanımıyla da sinema tarihine geçecek kadar güzel.

SeyirListesi’nin Drive incelemesine ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Fanny och Alexander – Ingmar Bergman – 1982 – Dram

Bergman’ın son sinema filmi. Sinema dünyasının en büyük yönetmeninin, sinema tarihine görkemli vedası. Bergman sinemasına yakışır, efsane bir final. Fanny ve Alexander’ın, muhteşem, epik öyküsü Bergman’ın sinema kariyeri boyunca irdelediği her şeyin bir araya gelişinin hikayesi. Bergman, anlatmak istediği her şeye, değindiği her konuya, her bunalımına, her filmine inanılmaz bir nokta koyarak sinema kariyerini bitiriyor.

1907 yılında İsveç’te geçen filmde Fanny ve Alexander isminde iki kardeşin babaları öldükten sonra değişen hayatları anlatılıyor. Babaları ölünce, anneleri Emilie bir pederle evlenir. Katı bir adam olan üvey babalarının kontrolü altında hapis hayatı süren Ekdahl Ailesi, aile büyükleri ve dostları müdahale edene kadar zor günler geçireceklerdir.

İnanç, insan ilişkileri, sevgi, trajedi, komedi… Bergman’ın yapmak istediği, yaptığı her tür, her sorun, her dert Fanny ve Alexander’ın bir konusu. 6 saatlik orijinal süresiyle, anlatmak istediği her şeyi inanılmaz sekanslarla, harika diyaloglarla, muhteşem görüntülerle izleyicisine acele etmeden sunan Bergman, kesinlikle kendisine yakışır bir şekilde, başyapıtını dünyaya armağan ediyor.

Kış Uykusu – Nuri Bilge Ceylan – 2014 – Dram

Dünyaca ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan’dan bir başka başyapıt. Bu sefer Altın Palmiyeli. Hak edecek kadar da güzel. Bir Çehov öyküsü kadar entrika yüklü, bir Dostoyevski romanı kadar anlam dolu, bir Nuri Bilge Ceylan filmi kadar da mükemmellik taşıyan harika bir dram filmi bizleri bekliyor.

Kış Uykusu filmi, eski bir tiyatro oyuncusu olan Aydın’ın, Anadolu bozkırlarının ortasında, adeta bir kış uykusuna yatmış gibi görünen ıssız bir mekanda, kendisiyle, hayalleriyle, sevdikleri ve taşrayla kurduğu ve düşe kalka sürdürmeye çalıştığı ilişkilerini konu alıyor. Karı-koca ve kardeşlik bağları da dahil her türlü insan ilişkisinin, çaresizlik, hayal kırıklığı, önyargılar ve çıkışsızlıkla mühürlenmiş olan o ağır kapısını aralıyor…

Kapadokya’nın eşsiz doğasını mükemmel bir şekilde harmanlayıp hem görsel bir şölen, hem de anlattıklarıyla kesinlikle anlatmak istediği bir şeyler olan bir film yaratan Nuri Bilge Ceylan; kadrosunda da oldukça güçlü isimleri barındırıyor. Demet Akbağ, Haluk Bilginer ve Nadir Sarıbacak’ın inanılmaz oyunculuklarıyla bizlere unutulmayacak 196 dakika sunan Nuri Bilge Ceylan, kesinlikle sinema tarihine adını bir filmle daha altın harflerle yazdırıyor.

Persona – Ingmar Bergman – 1966 – Dram, Gerilim, Gizem

Bergman, sinema tarihinin en rahatsız edici filmini 1966 yılında çekiyor. Zamanının çok ötesinde çekim teknikleriyle, inanılmaz sinematografisiyle, muhteşem güzellikte sahneleriyle bizlere bir gerilim filmi nasıl çekilir, adeta dersini veriyor. Modern sinemayı derinden etkileyecek yönetmenlik başarısıyla, anlattıklarıyla asla ve asla unutulmayacak bir şaheser ortaya çıkarıyor.

Dönemin en gözde tiyatro oyuncusu, güzeller güzeli Elisabeth Vogler, önemli bir piyes sırasında aniden susar. Şaşkına dönen insanlar ne olup bittiğini anlayabilmek için ellerinden geleni yapsalar da Vogler konuşmamaya devam eder. Son çare olarak bir kliniğe yatırılan kadın burada da dilsizliğine devam eder. Bedeninde tıbbi olarak hiçbir problem bulunamayan kadın, doktorun tavsiyesiyle gözden uzak bir yazlığa gönderilir. Bu esnada yanında gönderilen kişi genç hemşire Alma’dır. Yazlıkta da Vogler’in ağzını bıçak açmaz. Vogler sustukça Alma konuşur. Alma saatlerce, günlerce kendi hikayesini anlatır. Sonunda meydana gelen şey ise psikoloji biliminin en ilginç vakalarından birini oluşturur. (Metin kaynağı)

İnsan psikolojisi, kişilik bunalımları, kendini arayış… Bergman, ardından çekilen tüm filmlere konu olacak seviyede detaylı, derin, incelemesi zor; inanılmaz aykırı bir film çekiyor. Yarattığı sahneler, diyaloglar ve karakterlerle; karmakarışık, derin mi derin kurgusuyla, barındırdığı psikolojik detaylarla ve göndermelerle; imgelerin ustaca kullanımıyla bizlere adeta akademik bir ders veriyor.

Persona, sorgulayan; sorgulatan; öğreten; aykırı, imgelerle dolu ve inanılmaz rahatsız edici; harika ötesi bir film. Bergman, neden dünyanın en iyi yönetmeni olduğunu bir kez daha bağıra bağıra sinema dünyasına anlatıyor. Persona bir ders ve her insanın bu dersi mutlaka alması gerekiyor.

Solaris – Andrei Tarkovsky – 1972 – Dram, Bilim-Kurgu, Gizem

Rus deha, sinema tarihinin en büyük yönetmenlerinden Andrei Tarkovsky’nin başyapıtı. Kubrick’in 2001’ine destansı bir meydan okuyuş. Bilim kurgu sinemasında apayrı bir yeri olan, aykırı ve derin filmi Solaris… Stanislaw Lem’in aynı adlı, aynı konulu romanından sinemaya aktarılan Solaris, kesinlikle hafızalardan asla silinmeyecek güzellikte bir sinema şaheseri.

Belirgin bir bilince sahip bir gezegendir Solaris. Oraya gelen dünya insanlarının zihinleri ile oynamak ise en büyük gücü ve yeteneğidir. İnsanların bilinçaltına süzülüp oraya müdahele ederek, hafızalarındaki şeyleri maddeleştirir. Burada olanları araştırmakla görevli olarak ilgili üsse gönderilen kişi de gezegenin gücünden payını alacaktır şüphesiz. Böylesi bir gizemle büyülenirken kendi geçmişi ile burun buruna gelecektir. (Metin kaynağı)

İnsanı sorgulayan, insanın kendisini sorgulamasını anlatan, kısacası insana dair ne varsa onun bir ansiklopedisi olan bir film Solaris. Tarkovsky’nin dahice kurtardığı sahneler, detaycı zihni ve yarattığı inanılmaz görsellikle kesinlikle zamanının ve çağının ötesinde bir film olmayı başarıyor Solaris.

There Will Be Blood – Paul Thomas Anderson – 2007 – Dram, Suç

Sıradışı, stil sahibi, ünlü yönetmen Paul Thomas Anderson, sinemanın en güçlü yapımlarından birine imza atıyor. Gücünü cesaretinden alan, belki de dünyanın en büyük problemini kendi merceğinden izleyiciye sunan; derdini sonuna kadar irdeleyen Anderson, unutulmayacak bir filme imza atıyor. Din ve kapitalizmin her bir hücresini ardı arkası kesilmeksizin sorgulayan Anderson, bizlere bir ders niteliğinde film armağan ediyor.

Daniel Plainview, 1900’lü yılların başlarında ıssız bir bölgede, petrol arama çalışmalarını sürdüren bir şirketin sahibidir. Daha fazlasına sahip olmak isteyen bu hırslı adamın hayattaki tek varlığı küçük oğludur. Petrol buldukları bu bölgeyi yörenin yerlilerinin izniyle arama iznini satın alan adam hırsın götürdüklerine tanık olacak, diğer yandan ise kasabanın gencecik rahibinin yaşantısındaki hırs faktörü de Daniel’da olduğu gibi, sahip olduğu yegane şeyi mahvedecektir. (Metin kaynağı)

Daniel Day-Lewis, bu filmde göklere çıkmış. Bakışları, aksanı, sesi anlatılamayacak derecede mükemmel. Onunla birlikte göklere çıkan biri daha var: Paul Dano. İkili öyle muhteşem ki; onların yerine asla başkalarını koyamazsınız. Kapitalizm ve din çatışmasında, belki de dünya üzerindeki en iyi film olan There Will Be Blood, aynı zamanda Daniel Day-Lewis’e de ikinci Oscar’ını kazandıran film olarak da biliniyor.

Filmi izleyin, izlettirin. Açıp açıp izleyin. Çünkü insanlar asla değişmez. Abartılan her şey yalnızlaşmaya mahkumdur.

SeyirListesi’nin There Will Be Blood incelemesine ulaşmak için buraya tıklayınız.

Bonus

  • Victoria – Sebastian Schipper – 2015 – Dram, Suç
  • Melancholia – Lars von Trier – 2010 – Dram, Bilim Kurgu, Gizem
  • Wild Strawberries – Ingmar Bergman – 1957 – Dram
  • Modern Times – Charles Chaplin – 1936 – Komedi, Dram
  • 2001: A Space Odyssey – Stanley Kubrick – 1968 – Bilim Kurgu, Gizem, Dram
  • Full Metal Jacket – Stanley Kubrick – 1987 – Dram, Savaş

Kategori: #seyirlisteleri Film İncelemeleri İncelemeler

Yorumlar

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir