İçeriğe geç →

TWIN PEAKS 3.SEZON 8.BÖLÜM – İNCELEME ve DAVID LYNCH

Dizinin yeni sezonunun neden bu kadar sevildiği hakkında biraz konuşmak istiyorum. Daha önce filmlerini izlediyseniz, David Lynch’in nasıl bir yönetmen olduğunu bilirsiniz. Stanley Kubrick gibi göresel şovu seven, Lars von Trier gibi kendine özgü dünyalar oluşturan ve Wes Anderson kadar olmasa da simetri takıntısı olan bir yönetmen David Lynch. Ama asla bu saydıklarımla da geri kalanlarla da kıyaslanamaz. Lynch haricindeki yönetmenler bana kalırsa her zaman (ya da çoğunlukla diyeyim) ‘Sanat, insan içindir’ algısını taşır. Stanley Kubrick’in beyin yakan 2001: A Space Odyssey filmi bile bizlere bir şeyler anlatmak için çekilmiştir. David Lynch ise bence her zaman ‘Sanat, sanat içindir’i savunmuş ve çalışmalarını bu doğrultuda yapmıştır. O sadece derdini anlatmak ister, sizin anlayıp anlamamanızı fazla önemsemez. Anladığınızda her filmini ikinci kez yeni baştan izlemek istersiniz. Anlamadığınızda ise tıpkı Twin Peaks’in yeni sezonuna bayılan entel(!) rolündeki insanlar gibi sadece sağda solda bayıla bayıla Lynch’i ağzınıza sakız edersiniz.

Günümüz toplumunun en büyük sorunu olan beğenilme kaygısı ve yalnızlığın, bizi anlamadığımız sürrealist olayları beğenmek için kendimizi zorlamamıza sebep olduğunu düşünmeye başladım. Bulunduğumuz bir ortamda Wonder Woman’ı beğenirseniz o kadar dikkat çekici olmayabilirsiniz. Ama eğer Mulholland Drive’yi beğenirseniz, diğer insanlar sizi bu işten anlıyor olarak görür ve ortamın ilgi odağı olmayı başarırsınız. Ne var ki; bu, David Lynch’in zerre umrunda değildir. Hatta sizin gibi biri filmini beğendiği için kendine ‘Gerçekten bu kadar sığ mıydım?’ diye sorup yas bile tutabilir.

Elbette sevmeyenleriniz de vardır, sevmeyen kişiye de sevmeme sebebi gerçekten mantıklıysa saygı duyabilirsiniz. Andrey Tarkovski bir ropörtajında; Picasso’nun asla maneviyata çıkamadığı ve eserlerini entelektüel bir analize dayandırdığını düşündüğü için, onun asla sanat mertebesine ulaştığını düşünmediğini söylemiştir. Tarkovski’nin, kendi yoğun sanatına karşı düşündüğü şey bu olabilir belki. Ama kabul etmek gerekir; Picasso, hiç kimsenin başaramayacağını başarmış, yeni bir akım başlatmış ve bunun ekmeğini de hak ederek sonuna kadar yemiştir. Eserleri bana da hitap etmiyor olabilir; ama bu onun bir sanatçı olduğu gerçeğini değiştirmez.

Benim genel olarak bakış açısını, cesaretini, sanatçı ruhunu ve kimseyi umursamadan yeni bir akım başlatışını sevdiğim David Lynch’in beni hayal kırıklığına uğratma sebebi; kesinlikle kendine olan güvensizliği oldu. Posterlerde, haberlerde, her yerde dolaşan eski Twin Peaks yüzlerini kullanarak reyting almayı garantilemiş olması, fakat onları her bölüm maksimum 3-4 dakika göstermesi kesinlikle kendisinden beklenmeyen bir hareket. Beğenilme kaygısına ve para kazanma tutkusunun içine düştüğünü düşündüğümden, yeni ve tamamen orijinal bir dizi projesi başlatmak yerine Mark Frost’u da bir şekilde ikna edip eski efsanesini birtakım kandırmacalarla yeniden piyasaya sürdüğünü düşünüyorum. Eski oyuncular o kadar isteksiz ki; sanki ‘Bu kadar görünmek için mi heveslendirildik?’ diyerek rol yapıyor gibiler. Hatta rica minnet bile gelmiş olabilirler.

Bu sezonu izlemeden önce bana ‘Yan karakter nedir, nasıl yazılır?’ diye sorsalar, Lynch gibi derdim. Ama şu an ortada o kadar çok yan karakter ve figüran var ki; bir süre sonra başımı ağrıtmaya başladı. Diziyi beğenmeyiş sebebimi içime sinen şekilde açıkladığımı düşünerek 8. Bölüme geçiyorum.

Geçen bölümde, Ray tarafından hapisten bir nevi kaçırılan kötü Cooper, Ray’den kurtulmaya karar veriyor ve görünen o ki Ray de bunun farkında ve silaha silahla karşılık veriyor.

Ray, kötü Cooper’ı vurduktan sonra geçen bölümde hastanede gördüğümüz siyahlı adama benzeyen iblisler kötü Cooper’ın etrafını sarıyor ve onu diriltmeye çalışıyor. İzlerken ‘Daha ne kadar kaçmadan duracak?’ diye sinirlendiğim Ray de sonunda arabaya binip uzaklaşıyor ve telefonda Phillip Jeffries ile konuşuyor. Buradan da Ray’in onun için çalıştığını öğreniyoruz. Ama iki Cooper’ın da 25 yıllık geçmişi birer muamma olduğu için, bu ortaklık nasıl kurulmuş bir fikrimiz yok. (Twin Peaks: Fire Walk With Me filminde Jeffries ile ilgili başka bilgiler de mevcutmuş fakat ben o filmi izlememiştim. Bu yüzden eksikliklerim olabilir, özür dilerim.)

İblis-zombi kılıklı yaratıklar, kötü Cooper’ı hayata döndürüyor ve biz de bunun hemen ardından kötülüğün doğuşu diye nitelendirebileceğimiz yolculuğa çıkıyoruz.

Yolculuğumuz, 16 Temmuz 1945 yılında New Mexico’da bulunan White Sands Missile Range’deki Trinity denemesi le başlıyor. (Bir nükleer silah için yapılmış ilk nükleer test teknolojisi olan Trinity’yi daha iyi tanımamız ise Trinity ile aynı yapıda tasarlanmış olan bombanın, bu deneyden birkaç hafta Nagasaki’ye atılması yüzünden olmuştu.)

New Mexico’dan uzaklaşıp uzayın derinliklerine gidiyoruz ve bu noktada David Lynch şovu başlıyor. Muhteşem uzay çekimleri ve bunlara eşlik eden müzikler eşliğinde David Lynch bize eski günlerine geri döndüğünü kanıtlayan görsel bir şölen sunuyor.

Ünlü katil ruhumuz Bob’un doğuşunun da Trinity deneyinde olduğunu bize göstermek isteyen Lynch, o anda ekrana daha önce de bu sezonun ilk bölümlerinde cam küpten çıkıp insanları öldüren yaratığa benzeyen bir yaratık koyuyor.

Boynuzları ve yapısıyla, çeşitli hikayelerde iblise asıl şeklini veren, mitolojideki Pan karakterine benzeyen bu yaratık, bana kalırsa açıkça bir iblisi simgeliyor.

Sırada, bu gösterilen evrende yüksek bir kulenin içinde yaşayan dev dostumuz ve onun kadın arkadaşı var.

Dev, olan biten Trinity’yi bir ekrandan izliyoruz ve donan ekran görüntüsünde bakın kime rastlıyoruz:

Bob’un ortaya çıkışının hemen ardından dev ve kadının bulunduğu odada, dev yukarı doğru yükseliyor ve kafasında altın renkli bir toz bulutu beliriyor. Bu toz bulutundan ise bir küre oluşuyor ve kadına doğru ilerliyor. Küreyi tutan kadının eline dikkatle bakarsak, kürenin içinde de bir başka tanıdık yüz olan Laura Palmer’a rastlıyoruz.

Sanırım buradan çıkarabileceğimiz şey; dizide kötülüğü simgeleyen ruh Bob ile iyiliği simgeleyen Laura’nın doğuşu. Bob ve Laura’nın yalnızca birer beden olduğunu, asıl gösterilmek istenilenin ruhlar olduğuna da dikkat etmemiz gerek.

1945’ten 1956’ya ilerliyoruz ve kumların üstünde yumurtadan çıkan böcek-kurbağa tarzı bir yaratık görüyoruz.

Yaratık (sanırım Bob’un ruhunun o zamanlardaki taşınma şekli), kumların üzerinde ilerlemeye başlıyor. 1956’dan farklı kesitler sunan Lynch, bize benzinlik-kulübe tarzı bir yerlerde ortaya çıkan evsiz iblisleri-zombileri yeniden gösteriyor. Emin değilim ama bunlar da kötülük doğduktan sonra tamamen ortaya çıkmaya başlayan diğer iblis yaratıklar olabilir.

İblis zombiler hareket etmeye ve insanların yoluna çıkmaya başlıyor. Bunlardan birisi de arabada giden bir çift. Çiftin onları görebilmesiyle de gerçekten vücut bulduklarını anlamış oluyoruz. İblisin ‘Ateşin var mı?’ sorusunun üzerine ürken çift, arabayla kaçmaya başlıyor.

Aynı anda başka bir yerlerde ise küçük bir kız ve oğlan, beraber evlerine dönmekte. Kız yerde tura yüzü üstte olan bir para buluyor ve bunun şans olduğunu söylüyor. Beraber kızın evine yürümelerinin ardından, kız evine giriyor ve oğlan uzaklaşıyor.

İnsanları korkutan iblis zombiler, bir radyo programı binasına giren iblis görevli kadına da ‘Ateşin var mı?’ diye soruyor ve bunun ardından cevap bile beklemeden kadının kafasını elleriyle parçalıyor. Radyonun başında olan erkek spikerin yanına gidip ona da ateşi sorduktan sonra mikrofona eğiliyor ve bir şiir okumaya başlıyor:

‘Bu su. Ve bu da kuyu. İçebildiğin kadar iç ve uyu. Gözleri, bembeyaz atın; içi kapkaranlık.’

Beyaz atı daha önce de eski sezonlarda görmüştük. Laura ve Maddy’nin ölümlerinin ardından Sarah Palmer tarafından hayal ediliyordu.

Bu şiiri dinleyen insanların teker teker bayıldığını-uyuduğunu görüyoruz. Bunlardan biri de yerde para bulan küçük kız. Kız uykuya daldıktan sonra böcek-kurbağa benzeri yaratık onun ağzından içeri giriyor. Sanırım bu da Bob’un ilk vücut bulmuş hali. Bazı hayranlar bu küçük kızın Sarah Palmer olduğunu iddia etmiş; fakat ben henüz beyaz at dışında böyle düşünmemi sağlayacak bir bilgiye rastlamadım. İleriki bölümlerde rastlarsam incelemeye yazacağım.

  • 9/10
    Yönetmenlik - 9/10
  • 10/10
    Sinematografi - 10/10
  • 7/10
    Diyaloglar - 7/10
  • 7/10
    Oyunculuklar - 7/10
  • 8/10
    Kurgu - 8/10
  • 9/10
    Kostüm-Dekor - 9/10
8.3/10

Özet

+David Lynch’in dönüşü
-Bu bölümde bütün sinematografiyi harcadığını bitirdiğini ve bu yüzden diğer bölümlere hiçbir şey kalmayacağını düşünüp korkmam

Kategori: İncelemeler Dizi İncelemeleri

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir