İçeriğe geç →

DOGVILLE – İNCELEME #antika

Tahammül sınırlarınız yüksek değilse ve sinirleriniz de sağlam değilse bu filmi izlemeyin. Bu yazıyı da okumayın. Lars Von Trier’i daha önce izlemiş olanlar, onun inanılmaz derecede rahatsız edici, aykırı ama bir o kadar da muazzam tarzını bilir. İzlememiş olanlar da eğer yazıyı okuyorsa mutlaka izlesinler derim. Yazıp yazmamayı çok düşündüm çünkü gerçekten biraz bela bir film.

Hala okuyorsanız, Dogville’ye hoşgeldiniz.

Bu gördüğünüz Trier’in duvarsız ama duvarlı,ağaçsız ama meyveli, insansız* ama insanlı, insafsız ama insaflı kasabası Dogville. İsminin kaynağını yazının devamını okudukça zaten anlarsınız diye düşünüyorum ama yine de Moses’i daha yakından görün istiyorum. Çünkü o köpek, kasabada kasabayla ilgisi olmayan tek canlı. ‘Elm Sokağı’na da iyi bakın.

Filmimiz birçok araba sesi eşliğinde gecenin geç saatlerinde Dogville’ye sığınan genç ve güzel kadın Grace’yi görmemizle başlar. Grace bir şeylerden, belki de birilerinden kaçıyordur ve biz bunu araba seslerinden, silahlı adamlardan ve genç kadının saklanma çabalarından anlarız. Çok geçmeden sesler kesilir ve Grace başına gelecekleri bilmez bir şekilde Dogville’ye doğru ilerler.

Dogville halkı Grace’yi hemen benimseyemez. Onun birilerinden kaçtığını ve kasabaya bela getireceğini düşünürler ve onu kasabada istemezler. Tabi her kasabada kendini kahraman gören biri mutlaka vardır ve bu kasabada o ‘kahramanın’ adı Tom’dur.

   

Tom; cahil, erdemsiz, yapay ve yalancı kasabada belki de Grace’nin başına gelen en iyi şeydir ya da biz öyle sanırız.. Kasaba halkı ise aslında bize çok da yabancı olmayan, belki de her gün günaydın diye gülen komşularımız kadar gerçek, iki yüzlü tabirindeki yüz miktarının sayıca iyimser kaldığı sefil insanlardır. Başlarda bunu belli belirsiz anlarız. Çünkü Trier bunu bize hemen göstermek istemez.

Grace, Tom’un da yardımlarıyla kasaba tarafından kabul edilir ve halk onu aralarına aldığını bize gösterir. Dediğim gibi, yalnızca bize öyle gösterirler. Kasaba halkının her bir üyesinin diğerinden gizlemeye çalıştığı maskeleri de Grace’nin yerleşmesinden sonra düşmeye başlar. Kasabaya ara ara gelen ve Grace’yi görürlerse aramaları için insanlara numara bırakan adamlar ve polisler de halkın huzurunu kaçırmaya ve Grace’ten iyice soğumaya başlamalarına zemin hazırlar.

Film ilerledikçe kasabalılara baktığımız zaman hepsinin gerçek yüzlerini görürüz. İşin garibi onlar da birbirlerinin farkındadırlar ama yine de herkes iki yüzlülüğü film boyunca sürdürür. Grace kasabada kendine maaşlı iş bulur ve kazandığı parayla, kasabadaki mağazalardan birinin vitrininde gördüğü 7 tane küçük bibloyu satın almak ister. Bibloları her seferinde tek tek almaya başlar. Biblolar hayatına girdikçe, biz de yavaş yavaş Grace’nin hayatından çıkan kasaba üyelerini ve hayatına giren kötülükleri görmeye başlarız. Alında içten içe Grace’ten nefret eden halk, ona eziyet etmek için balon bir sebebe ulaşmıştır. Eskiden sadece iyi yüzlerini gören Grace, şimdi eziyete ve tecavüze maruz kalacak, köpek gibi zincire bağlanacak ve daha kötüsü en sevdiği tarafından ihanete uğrayacaktır.

Filmdeki göndermelere bakacak olursak, bazıları bariz belli olan bazıları ise benim çıkarım yaptığım olaylar diyebiliriz. Grace filmde insanlara karşılık beklemeden yardım eden, her zaman alçakgönüllü olmaya çalışan bir karakter. Bu hali onu İsa’ya benzetmemizi sağlıyor. Kasaba halkı da bu durumda İsa’ya eziyet eden halk konumunda. Tom karakteri ise, en başından beri yanında olup sonradan ihanet edişiyle Yahuda’yı simgeliyor (Tom, belki de filmde en çok nefret ettiğim karakter olmuştur). Kopuş noktası ise Grace’ye takılan zincir. Zincir bir nevi çarmıh görevi görmekte. Grace kelimesinin sözlükteki ilk anlamı din, inanç ve inayet. İkinci anlamı ise zarafet. Yani gördüğünüz gibi Trier de isimleri tıpkı bir Stanley Kubrick inceliğinde seçmiş. Yazının başında yakın plana aldığım köpeğin adı da Moses.

Bu sahnede Grace’ye bağlanan zinciri görebiliriz. Oldukça aşağılayıcı bir şekilde boynuna da bağlanmış. Kasabada zincirle bağlanan iki canlıya, birinin köpek diğerinin insan oluşuna ve insanın da aynı köpek gibi bağlanmış olduğuna dikkat edin dememe gerek yok sanırım. Köpeğin ismi (Moses=Musa) ve Grace’nin ismine, isimlerin anlamlarına ve isimlerin sahiplerinin gönderildikleri insanlarla olan sorunlarına de dikkat edin dememe gerek yok.

Elmalar ve elma ağaçları. Elma çoğu yerde kullanılan, daha önce de birçok kişinin inceleyip hakkında yazlar yazdığı simgesel bir meyve. Kur’an, İncil ve Tevrat’ta da elmayla ilgili kısımlar var. Truva hikayesinde ortalığı bir elma karıştırmıştı hatırlarsak. Masalların sonunda gökten üç elma düşmesi ve dünyaca ünlü teknoloji markalarından birinin ambleminin elma olması da bir başka ayrıntı. Bu sahne Grace’nin köyden kaçmaya çalışmasını ama maalesef başaramamasını gösteriyor. Olmayan duvarların arkasından bize insanları gösteren Trier, burada da bir çuvalın ardından Grace’yi görmemizi sağlıyor.

Finalde kasaba halkından bir kadın Grace’nin ünlü 7 biblosunu tek tek kırmaya başlıyor. 7 rakamına dikkat. Bu 7 biblo, 7 ölümcül günahı simgelemekte. Kıran kadının da 7 tane çocuğu var ve bunlar da filmin sonunda Grace tarafından tek tek ‘kırılıyor’.

Filmin finali Tom’un ihanetiyle şenleniyor desek doğru olur. Grace’i bulunca aramaları için verilen numarayı Grace’ye sinirlenip arayan Tom, kendisi dahil herkesin ipini çekmiş oluyor.

Grace için gelen silahlı adamların aslında Grace’nin babasının adamları olduğunu öğreniyoruz. Burada Grace ile babası arasında geçen meşhur araba diyalogu var.

Sonunda gücünü kullanmaya karar veren Grace, tüm kasabayı yakıp kül etme emrini veriyor. Kasabanın yandıktan sonraki hali, eşyaların yok olması haricinde yanmadan önceki haliyle tamamen aynı. Dikkatli bakın sadece duvarların olduğu yerde de küller var. Duvarlar her zaman vardı. Ama varlıkları da yoklukları da bu kasaba için aynı değerde diyor bize yönetmen.

Grace, bu yangında Moses’e dokunmuyor. Bir de Tom’u cezalandırma sahnesi var ki; bu sahne sevginin dönüşeceği boyutun ve ihanetin bedelinin en acı yanlarından biri olarak aklımda kalmıştır hep. ‘Goodbye Tom.’ Grace, kasabaya ilk geldiği anki kıyafetleriyle kasabaya veda ediyor.

Filmin yönetmenliği muhteşem. Bu film de bölümlere ayrılarak anlatılmış. Lars Von Trier gibi bir dehadan beklenilen de ancak böyle bir film. İnsan olarak onaylanmayan binlerce yanı olsa da yönetmenliğine ve yeteneğine kötü laf etmek çok zor. Dekor konusuna girmeyeceğim çünkü ben hayatımda ilk kez her şeyi bu kadar büyük çıplaklıkta görebildiğim bir film izledim. Kurgusu mükemmel. Senaryosu ise inanılmaz rahatsız edici ve durup bu insanların her yerde olduğunu düşünürseniz bu iş daha da katlanılamaz hale geliyor. Evet her yerde dendiği gibi, film ağır Amerikan eleştirisi olabilir ama insan her yerde insan olduğu için bence genel insanlığı eleştiriyor daha çok. Trier’in favori oyuncuları tabi ki burada da varlardı. Neden favori oldukları da apaçık ortadaydı. Bir de Nicole Kidman var. Sevip sevmediğime tam karar veremedim ama bakışları, ağlayışları ve sessizliği takdire şayandı. Keşke o son yakma sahnelerinde kasabalıların çektiği acıyı da görebilseydim ama neyse bilmek bile içimi rahatlattı.

Dogville; hayatı, insanları, hayvanları, yalanı, havayı, suyu kısacası her şeyi size yeniden öğretecek bir film. İzlediyseniz -zaten ne kadar harika olduğunu bilirsiniz- tekrar izleyin, izlemediyseniz de en az 2 kez izleyin. Bakalım siz hiç Dogville’de yaşamış mısınız?

  • 10/10
    Yönetmenlik - 10/10
  • 10/10
    Kurgu - 10/10
  • 10/10
    Senaryo - 10/10
  • 9/10
    Oyunculuklar - 9/10
  • 10/10
    Sinematografi - 10/10
  • 10/10
    Dekor - 10/10
  • 9/10
    Diyaloglar - 9/10
9.7/10

Özet

+Mükemmel yönetmenlik
+Kurgu
+Dekor
-Bazı oyuncuların hafif yapmacıklığı
-Bazı uzun ve sıkıcı diyaloglar

Kategori: #antika Film İncelemeleri İncelemeler

2 Yorum

  1. Erdem Demir Erdem Demir

    ellerinize sağlık çok güzel analiz

    • Audrey Audrey

      Değerli yorum için çok teşekkürler!!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir