İçeriğe geç →

ARRIVAL – İNCELEME

Şimdi son yıllarda en beğendiğim filmlerden biri olan ve beni beklediğimden fazla etkileyen bir filmden, Arrival’den bahsedeceğim.

Sicario, Prisoners, Enemy gibi filmlerle tanınan yönetmen Denis Villeneuve’nin son filmi. Konusu daha önce çekilen uzay filmlerine benzemiyor. Bir üniversitede antik diller dersi veren Louise Banks (Amy Adams) adlı dil-bilimci bir gün dersteyken öğrencilerinin uyarmasıyla televizyonu açıyor ve son dakika haberi olarak dünyadaki 12 farklı bölgeye değişik bir gök cismi-uzay aracının indiğini görüyor. Bazı ülkeler araçlara savaş açmaya hazırlandıklarının haberini de gönderiyor.

Bu haberden sonra evine giden Banks, sonraki saatlerde araçların içindeki yaratıkların dillerini çözmesini isteyen Albay Weber (Forest Whitaker) tarafından ziyaret ediliyor. Başta teklifi kabul etmeyen Banks daha sonra fikrii değiştiriyor ve ekibe katılıyor. Ekipte farklı konularda uzman olan kişiler var ve bunlardan biri de matematikçi Ian Donelly (Jeremy Renner). Banks, Donelly ve ekip özel kıyafetlerle aracın içine girip yaratıklara ulaşmaya çalışıyor. Başta fazla veri elde edemeyen ekip Banks’in hiç onaylanmayan yöntemleri ile bir adım ileri gidiyor ve yaratıkların gizli dillerini öğrenmeye başlıyor.

Filmimizin kabaca özeti bu. Banks evinde annesiyle telefonda konuşurken konuşmalarından biraz sorunlu bir hayatı olduğunu anlıyoruz. Filmin ilerleyen kısımlarında ara ara Banks’in flashbackleri var bunlar genellikle kızıyla ilgili. Zamanında bir kızı olduğu ve kızının hastalıktan dolayı öldüğünü öğreniyoruz. Sahnelerden birinde hiç görmediğimiz babayla ilgili ‘bilimsel konuları babana sor gittiğinde’ gibi bir cümle duyuyoruz ve Banks ile kocasının ayrı olduğu bize gösteriliyor.

Banks ekibe dahil olduktan sonra uzaylılara diğerleri gibi korkak davranarak bir sonuca varamayacağını düşünüyor ve onlara kendilerinin bir dili olduğunu, insan türü olduklarını anlatmaya çalışıyor.

Banks’in yoğun ve günler boyu süren çabaları sonucu nihayet uzaylılar kendilerini gösteriyor ve biz de onları yavaş yavaş tanımaya başlıyoruz. Yaratıkların 7 tane uzantıları olduğu için ekip onlara heptapod ismini veriyor. Heptapodlar uzantılarından salgıladıkları mürekkep benzeri maddeyle ekip ile anlaşmaya çalışıyor.

Banks, Donelly ve ekip sembolleri not ederek günler süren çalışmalar sonucu onların ne anlatmaya çalıştıklarını bulmak için uğraşıyor.

Banks onlarla konuştukça, yaratıkların aslında ona özel bir şey anlatmaya çalıştıklarını fark ediyor ve bunu öğrenmek için savaşı mümkün olduğunca geciktirmeye uğraşıyor. Zaman zaman gördüğümüz Banks’e ait flashbackler artıyor ve biz kendimizi karışık olayların içinde buluyoruz. Çalışmaların durdurulacağı bir anda Banks gemiye yalnız başına binmeyi başarıyor ve yaratıklar ona özel yeteneği olduğunu, bunu kullanması gerektiğini söylüyor. İşte tam da bu anda önetmen bize bunların geçmişte kaldığını, Banks.’in geleceği görme yeteneği olduğunu ve kızının öleceğini bildiğini bunu eşine söylediği için eşinin ondan kaçtığını, Banks’in savaşı bu şekilde durdurduğunu gösteriyor. Heptapodlar Banks’e bu yeteneğini gösterdikten sonra tüm uzay araçları yok olmaya başlıyor.

Filmin yönetmenliği muazzam. Yaratılan sahneler ve dekorlar oldukça gösterişli. Kamera kullanımı Villeneuve’nin klasikleşen tarzı olan sabit kamera olarak karşımıza çıkıyor: Filme kattığı gerilim havasıyla da doğru bir tercih olduğunu anlıyoruz. Zira Villeneuve’nin en iyi yaptığı şey, gerilim sahneleri yaratmak şüphesiz. Hikaye ağır, kurgu karışık olabilme potansiyeline sahip. Ama yönetmenlik o kadar iyi ki sizin her şeyi tek bir izleyişte anlamanızı sağlıyor. David Lynch filmi gibi sizi üzerinde iki gün düşündürmeyi amaçlamamış. Bu bir bakıma hem iyi, hem de kötü. Genel bir izleyici kitlesi amaçlanmış. Bir kere izliyorsunuz ve Banks’in o çaresiz hikayesi sizi o kadar çok etkiliyor ki bir kere daha izlemek istiyorsunuz.

Kurgusu bana biraz Jeff Nichols’un Midnight Special filmini hatırlattı. İzleyenleriniz beni haksız bulabilir ama ben bu filmde Denis Villeneuve’nin, Jeff Nichols’un yapmak istediği şeyi ondan belki çok daha iyi yaptığını düşünüyorum.

Fimde inanılmaz bir Interstellar görsel şovu ya da Kubrick kusursuzluğu, zihin oyunlar yok. Oldukça gerçekçi, anlatmak istediğine uygun karanlık ortamda geçen bir film. Fazla akılda kalıcı müzikleri yok ama bu beni rahatsız etmedi çünkü odaklandığı şeyler zaten her şekilde bize verildi.

Sinematografi mükemmel. Bize o karanlık ortamı, ekibin zaman zaman düştüğü çaresizliği harika göstermiş. Heptapodların tasarımı harikaydı. Haberlerde biz de görsek yadırgamayacağımız gerçekçilikte yapılmışlar. Uzay gemisi tasarımı da oldukça iyidi ve yerde bulunduğu konum bana biraz Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey filmindeki gök cismini çağrıştırdı; ama dediğim gibi sadece bana öyle geldi.

Oyunculuklara gelirsek; Louise Banks’i Amy Adams canlandırmış. Adams’ı ilk izlediğim filminden beri hiç sevemedim. Sürekli aşırı duygusal, yapmacık oyunculuğuyla karşımıza çıkıyor ve her seferinde keşke başkası oynasaymış diyorum. American Hustle, Man of Steel ya da aşırı sevdiğim başka yapıt olan Nocturnal Animals filmlerinin hepsinde ürkek, yapmacık bir halde. Burada da öyle ama neyse ki film o kadar güzeldi ki Amy Adams beni çok rahatsız etmedi. Ian Donelly’yi canlandıran Jeremy Renner’ı seviyorum yetenekli biri her rolü yapabiliyor. İkiliyi çift olarak fazla beğenmedim. Filmde sonradan karı-koca olduklarını anlamamıza rağmen başlarda arkadaş olacaklarını düşündüm. Sonradan bir iki sahnede bir araya geldiler. Forest Whitaker kendisinden beklenen başarılı oyunculuk sergilemiş.

Kurgu oldukça iyiydi. Flashbackler yerli yerinde gösterilmiş ve çok karışık olabilecek bir hikaye harika anlatılmış.

Louise Banks’in kızının ilerde öleceğini bile bile yine de evlenmesi ve her şeyi yaşamak istemesi çok etkileyici anlatılmış. Geleceğini değiştirme şansına sahip bir insanın, kötü şeyler yaşayacağını bile bile yine de yaşamak istemesi beni etkiledi. Bencillik olarak düşünmedim, birçok insanın kaderini etkiliyor ama yine de o kadar güzel işlenmiş ki Louise Banks’e kızamadım.

Arrival’ı mutlaka izleyin, izlettirin. Kesinlikle yeniden izlemek isteyeceğiniz oldukça güzel bir film.

Puan
  • 8/10
    Yönetmenlik - 8/10
  • 9/10
    Sinematografi - 9/10
  • 9/10
    Kurgu - 9/10
  • 7/10
    Oyunculuk - 7/10
  • 7/10
    Müzik - 7/10
  • 8/10
    Senayo - 8/10
  • 8/10
    Kostüm, Dekor ve Görsel Efektler - 8/10
8/10

Özet

+ Yönetmenlik.
+ Kaliteli efektler.
+ Senaryo, Kurgu.
+ Dekor.
– Yer yer kötü olan oyunculuklar.

Kategori: İncelemeler Film İncelemeleri

Yorumlar

  1. […] önce eleştirisini yazdığım Denis Villeneueve’nin muhteşem uyarlaması Arrival (buradan okuyabilirsiniz), Nolan’ın üzerine belki çok zor çıkılacak filmi Interstellar veya […]

  2. […] mesajdı. Villeneuve, aksiyonla ilgilenmiyordu, ki zaten ilgilenen bir yönetmen de değildi; bunu Arrival, Sicario, Blade Runner 2049 gibi türünün en temposuz, ciddi filmleriyle aşağı yukarı […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir